deneme bonusu veren siteler acotr.org https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu deneme bonusu veren siteler 2024 youtube mp3 dönüştürücü deneme bonusu veren siteler 2024

KADIN VE FİLOZOF

Köşe Yazıları Yayın: 30 Eylül 2012 - Pazar - Güncelleme: 30.09.2012 20:27:09
Editör -
Okuma Süresi: 8 dk.
2410 okunma
Google News
Konuyla ilgili araştırmalarım neticesinde kadın ile filozoflar arasındaki sorunun nereden kaynaklandığı hususunda bir çalışma yapma gereği duydum. Kadın ile erkeği(filozof) büsbütün ayrı birer mahlûk gibi değerlendirmenin yanlış olacağı su götürmez bir gerçektir.

    “Cinsiyete ait olmayan her şeyde kadın erkektir. Aynı uzuvlara, aynı melekelere, aynı ihtiyaçlara maliktir. Makine aynı şekilde kurulmuştur. Parçaları ve işleme tarzı birbirinin aynıdır; şekil itibariyle her ikisi benzer. Hangi cihetten bakılırsa bakılsın aralarındaki fark pek belirsizdir. Cinsiyete tabii olan her şeyde ise kadın ise kadınla erkekte her cihetçe birtakım uygunluklar ve ayrılıklar vardır.”(Rousseau, Emil, 5.bölüm, s.370)

    Filozoflar kadını incelerken kadının iyi ve güzel olan özelliklerinden biraz bahsettikten hemen sonra çoğu kere kadının güzelliği, masumca gülüşü veya zaafları üzerinde durarak bütün bu özelliklerin birer silah haline dönüşebileceğini dile getirmişlerdir. Bu noktada Alman filozof Arthur Schopenhauer’in  “Aşkın Metafiziği” adlı kitabının başında Jouy ve Byron’un kadınları yüceltici sözlerini dile getirdikten hemen sonra saldırgan bir tutum seyrettiği ve neredeyse kitabının sonuna kadar kadınları tehlikeli birer mahlûk olarak gösterme gayreti kendisini belli etmektedir.

    “…Kadın mizacında temel kusurun adalet duygusundan yoksunluk olduğu görülecektir. Bu esas itibarıyla daha önce sözü edilmiş olan muhakeme kabiliyetindeki ve düşünme melekesindeki zayıflıktan kaynaklanır, fakat aynı zamanda kısmen tabiatın onlara daha zayıf cins olarak tahsis ettiği konuma kadar götürebilir. Onlar, bu konumları gereği kuvvete değil fakat kurnazlığa bağımlıdırlar. Bu yüzdendir ki içgüdüsel olarak desise ve kurnazlığa yatkındırlar ve yalan söylemeye karşı iflah olmaz bir temayüle sahiptirler. Zira nasıl ki aslanlar pençeler ve dişleri, filler ve domuzlar azı dişleri, boğalar boynuzları, mürekkep balığı suyu karartan mürekkebimsi sıvı ile donatılmışsa tabiat, kadınları da kendilerini korumaları ve savunmaları için ikiyüzlülük veyahut riyakârlık melekesi ile teçhiz etmiştir.” (Aşkın Metafiziği, Schopenhauer, s.12-13)

    Kitabın ilerleyen sayfalarında şiddetle ve acımasızca kadınları eleştiren Schopenhauer’ın her konuda karamsar ve güvensiz yaklaşımını kadının cinsiyeti ve niteliği üzerine de ısrarla sürdürmesi bizi, kellesini berbere dahi emanet edemeyecek kadar güvensiz ve karamsarlığı öğreti olarak benimsemiş bu adamın geçmişine bakmaya zorladı. Zira geçmişinde bahsettiği konuyla ilgili olumsuz şeyler yaşamayan bir adamın doğrudan “kadın düşmanı” ilan edilip fikirlerinin hepsinin yersiz ve asılsız iddialar olduğunu savunmak pek doğru gözükmedi.

    Arthur Schopenhauer’ın geçmişine baktığımızda fikirleri ile geçmişi arasındaki bağlantının şiddetli bir paralellik çizdiğini görüyoruz. Hollanda asıllı zengin bir tüccar ailesinin oğlu… Babası, o henüz on yedi yaşındayken intihar etmiş, annesi babasının intiharı üzerine Weimar’a çekilerek etrafına birçok sanatçı ve yazarı toplayan bir yazardı. Will Durant “Felsefenin Öyküsü” adlı eserinde Schopenhauer’in annesi ile dönemin yazarlarından Goethe’nin ilişkisinin Schopenhauer tarafından tasvip edilmediğinden, annesi ile Schopenhauer arasındaki sürekli bir gerginlikten bahsediyor. Hatta bir gün bu gerginlik merdiven başında yaşanmış ve annesi ona: “Tam bir baş belasısın, her yerde huzursuzluk çıkartıyorsun” dedikten sonra merdivenden aşağı iteklemiş ve düşürmüş.

    Schopenhauer ise kalktıktan sonra sinirli bir şekilde: “Bir gün seni tüm dünya karaladığın basit eserlerden değil, benim sayemde tanıyacak” diye çıkışmıştır. Goethe’yi sevmemesine rağmen onun “Renkler Kuramı” adlı çalışmasını desteklemiş ve vaktini Goethe’yle yakın ilişki içerisinde geçirmiştir.

    Babasını genç yaşta kaybedip annesiyle düşman olan bir adamın kadınlar hakkında böylesi düşmanca söylemleri gayet tabidir. Bunu anormal karşılamamak gerek; buna rağmen fikirlerini tamamıyla asılsız olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü doğruluk payı taşıyan düşünceleri de yok değildir. Bu konuyu merak edenlerin “aşka ve kadınlara dair” adlı eserini okumalarını tavsiye ederim.

    Biraz önce Schopenhaur “Aşkın Metafiziği” adlı kitabında kadınların duygularını ve zaaflarını bir silah olarak kullandığını ve tabiatın onları bu silahla teçhiz ettiğini dile getirdi. Rousseau ise “Emil” adlı eserin beşinci bölümünde “ kadınların en kuvvetli silahı zaaflarıdır” adlı başlığından sonra bu konuda şunları söyler:

    “… Zaaflarından dolayı utanmak şöyle dursun, bilakis onunla övünürler: onların nazik adaleleri çok dayanıksızdır; en hafif bir yükü bile kaldıramadıklarına herkesi inandırmak isterler. Kuvvetli görünmekten adeta sakınırlar. Acaba bu neden ileri geliyor? Bu yalnız ince görünmek duygusundan ileri gelmez. Bu hal daha mahir ihtiyattan doğuyor. Lüzumu halinde zayıf görünmek hakkını kazanmak ve daha evvelden mazeret sahibi olmak kaygısından ileri geliyor.”

    Roussaue’in geçmişinde de annesizlik var, annesi onu doğururken ölmüş. Meseleyi geçmiş ile fikirler arasındaki bağlantıya indirgemenin yanlış olduğunu söyledikten sonra bu söylemlerin doğruluğu veya gerçekliği üzerine düşünmemiz gerekir. Bir filozof yaşadığı şeylerden ilham alarak yazabilir; fakat diyemeyiz ki bütün fikirleri geçmişinin ve lekeli hayatının eseridir. Safi akıl ve gözlem ile pekâlâ geçmişinden ve yaşantısından esinlenmeyerek de doğru tespitlerde bulunabilir. Bu noktada söylemek istediğimiz şey; eser verenin kişiliğinden ve özgeçmişinden ziyade dile getirdiği konunun kendisiyle ilgilenmemiz daha doğru olacaktır.

    Filozof düşünceyi tutku haline dönüştüren bir insandır. O bir şeyin “ ne” olduğundan çok “nasıl”, ve “niçin” iyle ilgilenir. Ateşin sıcak olduğunu herkes bilir. Fakat filozof ateşin sıcaklığıyla değil ateşin neden ve nasıl sıcaklık verdiğiyle ilgilenir. Kanaatimce filozoflar herkes gülerken katılarak kahkaha atanlar değil, gülüşleri ve gülmenin fizyolojiye ve ruha tesirini sorgulayan oldular. Herkes mutluluktan coşarken onlar mutluluk peşinde değildi; mutluluğun ne olduğuna ve bu konuda kesin yargılar peşine düştüler. Herkesle beraber htikleri vefakat alışkanlıkları gereği bunu da sorgulayıp kesin yargılara ulaşamadıkları tek eylem belki de sevgiydi. Filozof düşünceyi sevgilisi haline getirirken kadının ise düşünceyi dağıtıcı bir sıfatı vardı. İşte belki de burada kadın ile filozof çatıştı ve bu yüzden düşüncesinden mahrum bırakılan filozof, kendisini tutku duyduğu şeye körelten kadına saldırma gereği duydu. Belki de anlaşılmama sorunuydu, bir kadın tarafından anlaşılamamış olmak…

Devamı ilerleyen zamanlarda…


Tunahan Dağaşan
#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.